15 Nisan 2011 Cuma

ORMANDA




Metrodan çıkınca yine her zamanki gibi kalabalıklar ve sesler... Sanki hergünden farklı yine birşeyler var. İki gün daha yerinde kalacak olan festival takını geçince çöpçülerin gün ortasında kalabalığın arasında zar zor yerleri süpürdüğünü gördüm. 
“Şifre” gibi bi şeyler yazıyordu küçücük saman kağıtların üzerlerinde. Ne hikmetse, sesi duyulmakta olan kalabalık Taksim Meydandan Galatasaray’a doğru devam etmekte. Bu arada seansın başlamasına 10 dakika var, durumu kavrayabilmeye yeter mi acaba?
 Gülümseyenler, eğlenceye tanık olmuşçasına keyfini çıkaran turistler, bi yerlere yetişmeye çalışan ama engelle karşılaştığı için hoşnutsuz olanlar derken caddenin dolu olduğu için yoluna devam edemeyen tramvay... Sanki yürüyenler ne çocuk ne de yetişkin. Hatta tiplerine bakınca “bu saatte ne işleri var, okul sıralarında olmaları gerekmiyor mu?” demeden geçemedim. Etraftan çeşitli kişilerin fısıltılarından duydum; facebook’tan örgütlenmişler... vay vay!... “Social media” öyle mi, moda deyimle.
Herkes yoluna, ben de koltuğuma yollandım yani Yunanlı sinema eleştirmeni, görsel sanatçı ve yönetmen Angelos Frantzis’in Ormanına doğru.
Unutmadan; neydi hakikaten bu kuşlamada adı geçenler?

Festivalin 30. Yılında filmlerin biletlerini önceden alırken bu yıl, nedense ilk defa eleştirmenlerin tavsiyelerine önem verdim. Genelde, tanıtım yazılarına ve daha önce herhangi bir çalışmasını izlediği yönetmen olmasına ya da kurgunun geçtiği coğrafyanın özelliğine göre seçerim. Taa ki, bu yıl için son biletimin numarasına yerleşip ilk 5-6 dakika sonra birilerinin salondan çıkmasına kadar herşey olağan geçti..
Bir otomobilin ormanın kenarında durmasıyla açılan beyazperdeye yansıyanlar az sonra patlama ve uzaktan yükselen kara dumanlarla devam eder.
Kendini yollara, tabiata atmış iki genç adam ve bir kadının duyularına yön veren sadece doğanın koşullarıdır. Önemli bir teknik bilgi; digital fotoğraf makinasının video özelliğinden yararlanılan çalışmada, sanki ortada bir kamera yok gibidir.
Zaman geçtikçe gidenlerin ardı arkası kesilmedi. Dolu salondan siz deyin yüzde 48, ben diyeyim 49... Taş çatlasa, sizin gül hatrınıza olsun olsun da yüzde 60. Bu yüzdelik dilimin kaçı salonda kalabilenlerdi kaçı ardına bile bakmadan gidenlerdi, bilmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder